Ara sokaklar, sansürler ve diğerleri

Evden çıkıyordum, kapıdaki güneşin yansımasına takıldım, onu çekerken Nazareth geldi, benim hiç gitmediğim yukarıdaki ara sokaklardan arkadaşına gidiyordu, ben de oraları dolaşmaya niyetlenmiştim. Peşine takıldım. Onu bir yerde bıraktıktan sonra iyice ara sokaklara girdim. Sokak mı birinin evi mi anlamadığın iç içe geçmiş yerler. Özel alanın eridiği mekanlar. Birinin bahçesine mi girdim acaba şimdi? Alışık olmayana kendini tedirgin hissettiriyor. Bir adamın peşi sıra yürüdüm. O tam kaybolmak üzereyken bir evin köşesinden, ben yolun girişine vardım. O yüzden hiç yakalayamadı kameram adamı. Onun boşluğunu taşıyor bu fotoğraflar. Dokunmuştu o bu karelere, izini hissedebiliyor musunuz?

img_4142

img_4143

Fotoğraf her şeyi gösteremez elbette.

Bu merdiven de mi herkes için? Burası ne kadar da bizim evin hemen arkasındaki küçükken girmeye çekindiğim yokuş boyunca uzanan gecekondu mahallesine benziyor. Oraya ait hissetmezdim hiç, kocaman apartmanımızda otururken. Başka bir dünya gibiydi orası bana ait olmayan, arka pencereden gördüğüm. Dokunamadığım, çocuklarıyla oynayamadığım. Acaba bu yüzden mi çekiniyorum yabancı hissettiğim yerlerde fotoğraf çekmeye? Yine abartıyor muyum? Çenem düştü, elim açıldı, bütün gece yazarım artık. Günce gelince gitmiştik o arka sokağa, biliyordum çok güzel olacağını oraların. Nasıl gitmemişim bunca zaman diyeceğimi ve yine gitmeyeceğimi. Kafamın içinde yarattığım bir yer gibi Yerevan. Her yerinde izler bulduğum.

img_0512

Buraya gelmeden, geleceğim bile belli olmadan önce rüyamda Ararat’ı görmüştüm birkaç kez. İlk kez Yerevan’a gelirken gördüm onu. Beş dakika bile değil belki, hemen sislerine geri döndü. Öyle hemen açıvermiyor kendini. Sonra ikinci kez, eve dönerken gördüm onu karşıdan karşıya geçmek için beklediğim yerde. Artık ne tarafa bakacağımı biliyorum. Toplar ve füzelerin doğrulduğu yer de orası. Bilmem tesadüf mü? Şehrin en tepesindeki eli kılıçlı kadın heykelin önündeki top ve füzelerin.

Az önce bilgisayarım aniden kapanınca korktum, tüm blogumu bir word dosyasına yedekledim. (Microsoft Office kullanmıyorum aslında, Libre Office writer dosyasına yedekledim. Açık kaynaklı ücretsiz bir program bu laf arasında.) Çünkü birkaç gün önce Hrant Dink Vakfı’nın Sınırları Aşıyoruz Blogu Ay Yıldız Hack Team tarafından hacklenmiş. Blogda çok fazla bilgi, geçmişteki bursiyerlerin hikayeleri varmış, şimdi ulaşamıyorlarmış o bilgilere. Armenuhi üzülmüştü buna. Ne yazmışlar diye bana sordu. Mazluma dünyayı dar edenlerin hayatını cehenneme çevireceklerini söylemişler. Mazlum kim oluyor, ne diyorlar anlamadım. Bloguma Azerbaycan’dan 46 kişi bakmış. Onu Almanya, Rusya, İngiltere, Amerika, Ermenistan, Fransa… izliyor. Kim ola ki bunlar dedim. Neyse. Ay yıldız team bir bak bakalım neymiş ne değilmiş de ondan sonra hacklersin.

Silas’ın sansürlenen projesinden de bahsedeyim kısıtlı bilgimle. Bu yaz burada eylemler olmuş, belki bilirsiniz, bir grup bir polis merkezini işgal edip rehin almış. Bir süre binaya kimse girememiş, polis etraflarını sarmış. Bana bunları anlatan kadın, biraz faşist bir söylemleri olduğunu ve onların düşüncelerini desteklemediğini ama bu eylemi desteklediğini söyledi, halktan birçok insan da onları desteklemiş, büyük eylemler olmuş. Bu eylemleri de Silas ( Buraya altı aylığına bir programla gelen bir sanatçı) arkadaşlarıyla yemek yerken akıllı telefonundan görmüş. O sırada gündelik hayatlarını yaşarken bu görüntülerle karşılaşınca arkadaşı aa hemen şurası bu yer demiş. O sırada biz yemek yiyorduk ve hemen şuramızda polis insanlara saldırıyordu ve biz de bunu ekrandan izliyorduk diyor.

O da şöyle bir sergi yapmış.

20161129_164420

20161129_164639

Bu videolarda natürmort (still life, böyle deyince daha anlamlı oluyor gibi) görüntüler var birkaç meyve, bitki ve yanında bir cep telefonundan akan eylem görüntüleri. Serginin başlığı da “There will be no slow motion or still life”  İnsanların görüntüleri ekranlardan takip edip sokağa çıkıp çıkmama ikilemine düştüğünden bahsediyor Silas. Serginin arka planında da bu şarkının yeni bir versiyonu  vardı. Birlikte çalıştığı Contemporary Experimental Art Museum’la ilgili bazı sorunlar yaşamış süreç boyunca, ve bu işinin de çok politik olduğunu söyleyip eylem görüntülerini koymamasını istemişler. Son haftaya kadar olup olmayacağı belirsizmiş serginin ve onun yazdığı tanıtım yazısını değiştirmişler. Onun asıl söylemek istedikleri yazıda yokmuş.

Bunları natürmort tablolar olarak görmek Nazareth söyleyene kadar aklıma gelmemişti. Modern sanatı anlamak kolay değil, birikim birikim üst üste her şey.

İnsan yaşadıklarını aktarmayı seçince bu süre içerisinde yaşamaması gerekiyor gibi. Yapmayı düşündüğüm hiçbir şeyi yapamadım bu akşam 🙂 Bu ikileme hep düşüyorum zaten, çekeyim mi yaşayayım mı, anın içine mi düşeyim, yoksa paylaşayım mı? – Bazen aynı anda oluyorlar, olmuyor da değiller. Bir akış yakalamakta mesele. Şimdi de yaşamıyor değilim aslında tabii, bir akış da yakaladım. – Bir şeye heyecanlanınca hemen paylaşma moduna geçiyorum ben, hemen birşeyler yazıyorum, çekiyorum. Tam içine girip daha çok derinleşebilecekken o şeyi bir yerinden yakalayıp onu yaptığım şeyin içinde derinleştiriyorum. O şey benim kurguma dönüşüyor ordan sonra. -Ondan önceki bakışta benim kurgum yok mu sanki?- Ona versem kulağımı daha bana neler diyecek de ben başka dünyalara gitmiş oluyorum çoktan. Neredeyse defterlerime yazdığım gibi yazıp tabii o kadar çalakalem değil, insanlarla paylaşıyorum, ne garip, bir yandan da değil.

Ara sokaklar, sansürler ve diğerleri

Leave a comment