Bağlar

Bir süredir Ermenistan fotoğraflarımı dönünce eski bir Ermeni mahallesi olduğunu öğrendiğim kendi mahallemin hikayesiyle birleştirerek bir kitap oluşturmaya çalışıyorum. Bu süreçte bu sefer bir de Mine var beni destekleyen, birlikte düşünme ve hayal süreçlerine girdiğimiz.

Böyle bir sürecin içinde olmak fark ettim ki beni sonuca odaklamış bir süredir. Nasıl bir kitap olacak, nasıl anlatacağım, Bursa’da yaşamış eski Ermeniler, tiyatrocular, besteciler, yok olmuş yerine okul, kütüphane inşa edilmiş yapılar nasıl olacak da birleşecek benim orada yaşadıklarımla, tanıştıklarımla, çektiğim karelerle?

Hem içinde bulunduğumuz birbirimizden uzaklaştığımız, aramıza mesafe koyduğumuz koşulların etkisiyle, hem Karabağ savaşının yeniden alevlenmesiyle, hem benim kendi mahallemde ilişki kurduğum tanıdığım çok insan olmamasıyla bir türlü harekete geçip insanlarla konuşmaya başlayamadım. Sokakta, parkta insanların yanlarına giderek sorular sorma cesaretini bulamadım. İnternetten edindiğim bilgiler var elimde. Bilgiler deneyimle birleşmeyince anlatabileceğim netliğe gelmedi henüz. Yapmaya çalışmak bende işlemiyor, her şeyin kendiliğinden oluverdiği anlarda üretebiliyorum sanki. Zihnimde kurgulamaya çalıştığım şeyler dağılıyor her yeni gün ve başka bir formda kendini sunuyor sürekli, peki nasıl bir anlatı olacak bu, neydi paylaşmak istediklerimin en özü?

Dün Hrant Dink’in ölüm yıldönümüyle birlikte, ona olan teşekkür yazıma hangi fotoğrafları koysam diye bakarken birden o anların hissi, oradaki halim kendini hatırlattı bana. Orada tanıştığım insanlar, kurduğum bağlar, onların uzayarak şu anki anıma kadar gelen tüm bağlantıları kendini görünür kıldı yeniden.

Benim olup olmadığını bilmeden taşıdığım endişe bulutları aralandı. Belki de tüm bu endişe bulutlarımın dağılması onları Zeynep’e açmamla zihnimde taşımak yerine birlikte oluşturduğumuz o sohbet alanında ortaya döküvermemle, onun tanıklığında bunların ne kadar da üfleyince uçuveren bulutlar olduğunu fark etmemle başladı. Bazen bunlar, hissetmeye bile enerji harcamamam gereken, gücümü alan duygular gibi geliyor ve onları öteliyordum belki, bazen de dökülmeleri gerekiyor tüm bunların çiçeklenmek için yeniden. Döngü. Kuru yapraklar dökülmeden yenileri çıkmıyor. Kuruyan yaprakların dökülmesine izin vermeyi hatırlamak. Yaşam dökülerek, çıplak kalarak, çiçeklenerek, tohum ve meyveye dönüşerek oluyor. Bir şeyin üretim süreci de böyle belki. Uygun koşullar oluşmadıkça meyveye dönmüyor.

Ben de o koşulları olgunlaştırmak için bir yazı serisi hazırlamaya karar verdim. Her gün Ermenistan’la olan ilişkimi yakalayabildiğim en eski ilişkilerden, ilk bağlarımdan başlayarak kişiler üzerinden yeniden anlatacağım. Hatırlamak için anlatacağım bu sefer. Olayların, kişilerin, ilişkilerin nasıl da bir yumak gibi birbirine bağlı olduğunu hatırlamak, o kişilerin varlıklarını onurlandırmak, birlikte oluşturduğumuz güzelliklere ve her parçaya hakkını teslim etmek için. Bir kazağı ilmek ilmek örmek, bir halıyı ilmek ilmek dokumak gibi. Bütünde her parçanın, her bağlantının yeri var ve hikayeler yazıldıkça, anlatıldıkça oluşuyor. Bize anlatılan hikayelerin içlerinden birini seçmek yerine yaşamın içinde, aramızdaki temastan gelen hikayemizi oluşturmak için. Bu hikaye aynı başladığı zamanki gibi paylaşarak ve çoğalarak devam etsin ve herkesin tanıklığında oluşsun ve parçalar yerini bulsun.

Bakalım bir hikaye yaşandıktan dört yıl sonra tekrar olduğum yerden bakınca, bu süreçte yaşamış olduğum tüm yeni bağlarla birlikte nasıl şekilleniyor?

Böyle herkese açarak, anlatarak olmayınca oluşmak istemedi sanki bu hikaye. Anlatılmak için tanıklığa ihtiyaç duyuyor ya da duyuyorum 🙂 Bundandır böylesine açmam size. Tanık olarak bu hikayenin yeniden oluşumunu sağlayan herkese teşekkürler.

Bağlar

Leave a comment